Tuesday, May 6, 2008

delice elize

Okyanus Çevirim Dairesi o gün her zamankinden daha yoğun bir şekilde Küresel Afet Yönetim Merkezi çalışanlarıyla dolmuştu. Foton Bilgi Kanallarının(FTK) ilk ayağı olan enerji panelleri ile bilgi gömücüler anarşist bir terörist örgüt tarafından saldırıya uğramıştı. İşin ilginç yanı ise teröristlerin ihtiyacı olan ısı patlaması için oturdukları yerden bir düğmeye basmaları gerektiğiydi. Sonrası ise küreyi bir sirk alanına dönüştürecek bir kaostu.

Bilgi taşıma federasyonu kriz yönetimi günleri toplantısında bilgi taşıma üyeleri ve foto enerji federasyonu kimin neyi yapması konusundan çok kimin her şeyi yapması gerektiğini konuştukları için yaklaşık birkaç yüzyıl önce kullanılan Çıkış temalı planlara 1.Birlik Devletleri yönetimiyle geçmek zorunda kaldılar. Çıkış 13.A da şöyle demektedir “Felaket önleyici sistemler enerji panellerinin işlev görmemesi anında bilgi gömücüleri durdurur” . Daha açık konuşmak gerekirse bilgiyi farklı dalga boylarındaki ışınların içine gömmeyi durduruyordu. Yalnız birbirini yiyen federasyon üyelerinin kesinlikle kabul etmediği konu ise eş-zamanlayıcıların yani bilgi gömücülerle enerji panellerinin koordinasyon ve haberleşmesini sağlayan sistemlerin kriz senaryolarıydı. Bu konu sistemin yapay zekâsına bırakılmıştı, bunun için 1.Birlik Devletleri bir yapay zekâ danışma kurulu kurmuş ve bu kurulun belirlediği çalışma kurulu GünKurtaran adlı yazılımı bu sisteme uzaya gönderilmeden eklemeyi başarmıştı.

GünKurtaran adı ilk olarak kifayetsiz gibi dursa da gün kelimesinin aynı zamanda doğan güneş olduğu gerçeğinden hareket edince foto enerji federasyonunun bu yapay zekâya ne kadar müdahil olduğu ortaya çıkacaktır. Yapay Zekâ Çalışma Grubu başkanına iyi dileklerini ileten Elize adlı bayan şu anda sorgu odasında. Yarattıkları felaketi durdurmak için uzay ağını durdurup iki yüzyıl önce miladını dolduran Wi-Max gibi teknolojilere geçici olarak başvuruldu. Faks – email gibi demode sistemler kurulan bu geçici bilgi hatlarından aktarılmaya başlandı fakat sorgular devam ettikçe sorunun daha büyük olduğu anlaşıldı.

Aynı gün Güvenlik Konsey’ine teslim olan Elize, ısı patlaması gerçekleştiği anda etraftaki tüm ekranların siyaha dönüşünü ve insanların suratlarındaki o beklenen korku ifadesini izledi. Şimdi Okyanus Çevirim Dairesinde gizli bir odada sorgulanıyordu. Teorisi gerçekleşmiş ve bilgiyi geçici bir süre maddeye dönüştürmüşlerdi. Isı patlaması sırasında devreye giren sistem bilgiyi süper-sinyallerle yer küreye iletmesi gerektiği halde bilgiyi fotonların üzerine o kadar yüksek enerji ile kodlamıştı ki bilgi küçük maddelere dönüşmüş ve uzaydan okyanus sahillerine aktarılmıştı.

Elize sorgu odasında karşısına çıkartılan kendi beyin haritasını inceliyordu. Sorgu makinesi Elize’nin beynindeki ilişkisel ağı Elize’nin genlerine göre sistematize ettikten sonra Elize’nin beynini tarayıp sonuçları bir sanal gerçekliğe aktarılmıştı. Bu sanal gerçeklikten ilk olarak biyolojik taşıma sistemleri çıkarılmıştı. Bilgisayar işleme devam ettikçe hücreleri Elize’nin genetik yapısına göre ve beyin fonksiyonlarına göre gruplandırdı bundan sonra ise hücrenin organelleri çıkarıldı, enzimler ve hormonlardan sonra geriye sadece bilgi molekülleri kalmıştı. Bu moleküllerin içerikleri yorumlanıp bilgi formuna dönüştürüldükten sonra beyin haritası tamamlanmışı ve bu haritayı okuyan görevliler Elize’nin Foto-Enerji komisyonuyla nasıl bağ kurduğunu, Foton Bilgi Kanalı yönetim şifresine nasıl ulaştığını ve sonunda patlamayı nasıl gerçekleştirdiğini öğrendiler.

Elize, karşısına getirilen haritayla oynayan sorgucuyu izliyordu. Üç boyutlu gösterim yapan “Sahne” adlı araçla Elize’nin çocukluğuyla ilgili kayıtları inceliyor çocukluğunda yaşadığı bazı anları parametre olarak kullanarak bilgisayara bu olayla ilişkili olayları getirmesini istiyordu. Karşısına çıkan sonuçlar çok fazla olunca Elize’nin nasıl düşündüğünü anlamak için bilgi kümeleri arasındaki ilişkileri bilgisayarla sınıflandırıp aynı sınıfa sahip bilgileri listeledi, sonra bu listede zamana bağlı olarak düşünce sınıfları arasında bir ilişki kurdu. Elize’nin bu kararı verdiği anı bu zamana bağlı bilgi ilişki ağında çözmeye çalışıyordu ama bilgisayar onu sürekli Elize’nin 3 aylık haline geri getiriyordu. Sorgucu bir an Elize’nin FTKları yok etmek için doğduğunu düşünüp kendisine bu işi verenlere küfretti. Beyin haritalama bir bilgi alma – delil toplama sistemiydi fakat suçlu suçunu zaten itiraf etmişti. Ondan istenen şey bu bilgilerden Elize’nin neden böyle bir şey yaptığını bulmasıydı ama bu neredeyse imkânsızdı. Sorgucu alnındaki terleri silmeye çalışırken Elize onunla konuşmaya başladı.

— Neden olduğunu anlamıyorsun sanırım.
— Evet.
— Belkide bana sormalısın. Karşında duruyorum ve sen hala elindeki haritayla oyun oynuyorsun.
— Peki o zaman.... Neden?
— İlk önce benim sana bir soru sormama izin ver. Sen dâhil olmak üzere herkes neden böyle kısa kısa konuşuyorken ben böyle uzun uzun konuşuyorum.
— Beynindeki anamoliler yüzünden.
—Anamoli mi?
—Evet, sonuçlara göre beyninin arka bölümü çok küçük fakat ön lobların çok büyük.
— Hımm. Aslında ben buna anomali demezdim çünkü bundan birkaç yüzyıl önce yaşasaydım bu anomalilerle gayet rahat ederdim çünkü eskiden şimdi olduğu gibi her şeyi yüksek çözünürlüklü üç boyutlu videolarla anlatılmıyordu ve insanlar ara sırada olsa durup düşünebiliyordu. Şimdi hepimiz her şeyi videolara gömüp yolluyoruz başkalarının videolarını izliyoruz ve eski yıllarda olduğu gibi yazıp okuyamıyoruz. Uzun yıllar algı kanallarımızı o kadar çok daralttık ki bunun sonucunda beynin görme merkezi aşırı derece gelişti ve büyüdü. Aslında benim arka loblarım küçük değil sizin arka loblarınız kocaman. Arka loblarınız büyürken ön loblarınız küçüldü. Bu da karar verme yeteneklerini azalttı. Sonrasında ise sizin aksinize benim gibi ön lobu büyük olan bir azınlık sizin gibi angutları parmağında oynatarak eski ülkeleri birleştirip birlikler kurdular. Şu an ise dünyanın kaynağı ve geleceği bir kaç kıçı pardon lobu büyüğün elinde.
— Siyasete neden girmedin de koca FTK’yı patlatmayı tercih ettin?
— Aslında bunun birden fazla nedeni var. İlki bu terörizmdir ve dikkat çeker. İkincisi ağzından salyalar akarak üç boyutlu sahneleri izleyen insanlara bir şey anlatmak için onları sahnenin karşısından almak lazım, son olarak bahsettiğim o birlik yöneticilerinin bilgi tekelini kırıp bilgiyi halkın kontrolüne vermek istedim. Bir teorim vardı ve bu teorim doğru çıktı.
— Teoriniz nedir?
— Bundan yüzyıllarca önce karar verme mekanizmaları zayıf olan bazı canlıların mesela solucanlar üzerinden deneyler yapılmış. Bu deneylerde bir kısım solucana bir labirentten nasıl çıkılacağı öğretilmiş sonra bu solucanları doğranıp labirentten çıkmayı bilmeyen solucanlara yedirilmiş. Sonuçta ise bu solucanlar da labirentten çıkmış. Yani bilgiyi yemiş bu solucanlar. Ben de buradan yola çıkarak sizin gibi angutlaştırılmış kitlelere FTKlar tarafından taşınan bilgiyi vermeye karar verdim. Patlama sırasında FTKlara sürekli olarak bizim propaganda metinlerimizi gönderdim. Böylece sizin bilginiz dışında neler döndüğünü anlayacaktınız, kızacaktınız ve harekete geçip ortalığı yıkacaktınız.

— Nasıl olacaktı bu?

— FTK lardan geçen ne kadar gizli bilgi varsa hepsi şu an denizde, havada ve yerde. Herkes bu bilgileri özümsüyor.Banka şifreler, güvenlik açıkları, askeri bilgiler, birlik sırları.... Bunların hepsi halka açıldı. Bilgileri saklayıp halkı yöneten birlik yapılarının en korktuğu şeyi gerçekleştirdim. Sahne’ lere bakan halkı sahneye çıkardım. Tek yapmam gereken şey enerjinin maddeye dönüşümü sırasında bilgi kodlamasını insan protein zinciri şeklinde tanımlamak oldu. Nasıl ama?

—Delice


Patlamayı takip eden günlerde o gün hangi sahile bu bilgilerin transfer edildiği bulunmaya çalışıldı. Eski dünyada Afrika adlı kıtanın sahillerine vuran bilgiler okyanus çeviriciler tarafından depolarda bekletilmiş, kısa sürede çevirim motorlarına alınmıştı. Her gün milyonlarca metre küp okyanus suyunu tatlı suya çevirtilip pompalarla ve kanallarla insanlara ulaştırılıyordu. Şimdi bu kanallarla devasa bilgiyi insanlara taşınıyordu.

İlk gün beklenenin aksine sakin geçmişti. İlerleyen günlere sayıları artan dolandırıcılık olayları insanları korkutuyordu. Birçok yere telefon adlı aletten konulup insanların iletişimi kopartılmamaya çalışıldı fakat tüm çabalara rağmen asi girişimler başlamıştı. Kitleler harekete geçmeye başlamıştı.

Gençlerin hali gerçekten içler acısıydı . Birlikler baskı makineleri yapabilmek için eski patent kayıtlarını incelemiş ve denemelerde bulunulmuştu. Bazı tarih profesörlerine danışılarak hangi alfabenin seçilmesi gerektiği tartışıldı. Sanki zaman geri sarılmış ve insanlık medeniyetinin hızlandırılmış bir ilerlemesi gerçekleşiyordu. Okuma-yazma bilen şanslı azınlık birlikler tarafından işe alınmış ve yazışmaları yapması için görevlendirilmiş ve yüksek ücretlerle çalıştırılıyordu. Halklara okuma yazma öğretmek için büyük meydanlarda eğitim programları hazırlanmaya bile başlanmıştı. Yeni FTK ların hazırlanıp uzaya yollanması eski dünya zamanıyla 6 ay alacaktı. Tüm bunlar gerçekleşirken birlik yetkililere muhtemel isyanlara karşı emniyet güçlerini sürekli hazır bekletiyordu.

İlk ay emniyet güçleri elle yazılmış bildiriler bulmuştu. Elize’nin propaganda metinleri hızla etrafa yayılıyordu. Yapılan sorgulamalarda çok ilginç sonuçlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Örneğin, Kalkı şehrinde 5 yaşında bir çocuk sadece birlik başkanlarının sahip olduğu füzyon bombalarının şifresini biliyordu. Çocuk sokaklarda gezen istihbarat elemanları tarafından fark edilmişti. Bombaların şifreleri değiştirilmiş ve çocuk uzun süreli olarak gözaltına alınmıştı. Birçok kişi buna itiraz edince Birlik başkanı” Bir velet akşam babası çikolata getirmedi diye milyonlarca kişiyi öldürmesine göz yumamam. Bu çocuk bu sorunlar çözülene kadar burada kalacak ya da beyni yıkanacak !” şeklinde bir açıklama yapmıştı. Düzenlenen yürüyüşlere ağır bir şekilde müdahale eden askerler halkı daha da kızdırmıştı.

İkinci ayda Wi-Max ağlarını birlik tamamen kendi kontrolüne almış telsiz, telefon ve cep telefonu hatları gibi daha eski hantal teknolojileri halkların kullanımına açmaya başlamıştı. Yüzyıl önce maliyetleri ve demode olmaları yüzünden kapatılan okulların bedeli tekrar ödenmeye başlamıştı. Okulları kapatıp onların yerine insanları herhangi bir yerde her hangi bir zaman öğrenim görmelerine olanak veren eğitim ağı kurulmuştu. Eğitim ağı çalışmadığı için kısa bir eğitimden geçen öğretmenler yüksek birlik yetkilileri ve diplomatların çocuklarını eğitiyordu. Eğitim kıtlığı ortaya çıktığında toplumdaki sınıf farklılıkları iyice ortaya çıkmıştı. Bu da Elize’nin adamları olan gönüllü öğretmenler topluluğuna fırsat vermiş onlarda halkı iyice ateşlemişlerdi.

Üçüncü ayda birbirleri ile iletişime geçemeyen insanlar eskisi gibi bir araya gelmeye başlamışlardı. Finans sektörü gibi bilgi ağırlıklı çalışan sektörler çökmüş ve bununda etkisiyle sanayide durgunluk başlamıştı. Tüm mamul ürünlerin üretiminde bir azalma yaşanmış ve işsizlik inanılmaz derecede artmıştı. Bu durumdan birlik yapılarını parçalayıp bağımsız devlet yapısına geçmeyi öneren Elize yandaşları gitgide güç kazanmaya başlamıştı.

Dördüncü ayda ilk büyük eylemler yaşanmaya başlamıştı. İşsiz insanlar, eğitimsiz çocuklar, aç kadınlar sadece vakit geçirmek için toplandıkları meydanlarda yavaş yavaş kızgın kitlelere dönüşmeye başlamışlardı. Cephanelik bilgileri, diplomatik sırları bildiğini iddia eden yüzlerce kişi ortalıkta dolaşıyordu ve tabi ki sayıları artık göze çarpan Elize yandaşları bu durumdan faydalanmaya başlayıp insanları örgütlüyor, onları küçük çaplı eylemlere hatta bazılarını terörist eylemlere yönlendiriyordu. Dördüncü ayın sonunda uzun uğraşlar sonucunda yapılabilen baskı makineleri hizmete girmiş ve birlik bunu haber kanalı olarak kullanmayı seçmişti. İlk verilecek haber baskı makinelerine geçirilmiş ve büyük posterle basılmıştı “Birlik düşmanı hain terörist Elize idam edilmiştir.” Elize’nin cansız vücudunun fotoğraflarının yer aldığı posterler her yerdeydi. Birlik yetkilileri posterin altına sanki tehtid edermiş gibi şu notu düşmüşlerdi.” Onu seven bir tanıdığı, eğer varsa, gelip bu pis cesedi alsın !”.

Beşinci ayın ilk gününde Elize’nin bedenini almaya milyonlarca kişi gitmişti. Duvarlardaki posterler yırtılıp Elize’nin cansız fotoğrafları pankartlara taşındı. Birliğin baskı evleri basılıp Elize ve örgütü hakkında bildiriler hazırlandı. Milyonlarca kişi Elize’yi morgunda beklediği hastanenin bahçesine gömüp hastanedeki tüm doktorları çıkarmıştı. Herbir adlı bu Birlik hastanesini Birlik tarafından insanlara geçmişte nasıl hizmetler verdiğini hatırlatmak için seçilmişti. Fakat gün sonunda hastane tamamen boşaltılmış ve bu devasa hastanenin bahçesine Elize defnedilmişti. Birliğin örgüte kafa tuttuğu yer şimdi Elize’nin anıtına ve örgüt merkezine dönüşmüştü. Ertesi gün Herbir’de bulunan kalabalığa yapılan askeri operasyon sonucu yaklaşık yüz bin kişi ölmüş ve daha fazlası da yaralanmıştı. Birliğin bu ani müdahalesi posterlere “Teröristler birliğe kafa tutmanın hesabını ödedi” şeklinde yansımıştı.

Altıncı ayda birlik her şeyin düzeleceğine dair vaatler verip bedava yemek dağıtmaya başladı. Bu süre içerisinde durdukları sanılan Elize yandaşları ise altı ay önce okyanustan içtikleri bilgileri kullanmaya başladılar. Cephaneliklere ani saldırılarda bulunarak buralardan yüklü miktarda silah çalındı ve bunu birlik dairelerine saldırıp baskı evlerini ele geçirmek için kullandı. Kendi bastıkları kitap ve broşürleri halka dağıtıp Elize’nin cenazesinde yaşanan vahşeti gözler önüne serdiler. Bu arada Birlik yetkililerinden bazıları cenaze baskını sırasında yapılanları kınamış ve sorumluların idam edilmesini ve posterlerle halka duyurulmasını talep etmişti. Buna karşın baskın sorumluları bunun Elize yandaşlarını güçlendirip devleti zayıf göstereceğini düşünüyorlardı. Çıkan tartışmalar gitgide alevlendi ve Birliğin en üst kademesi ortadan ikiye ayrıldı. Bu ayrılık birliğin karar mekanizmaları yavaşlatmıştı. Askerle gerekli yetkiler ve kararlar için beklerken tartışmalar gitgide arttı. Doğan bu boşluktan faydalanan Elize yandaşları gitgide güçlenerek planlarını harekete geçirdi.

6. ayın sonuna doğru birlik yöneticileri yeni FTK ünitesinin uzaya gönderilmesi kararını aldı ve bunu halka duyurdu. Halka çektikleri çilenin biteceğini ve sorumluların hızla cezalandırılacağı duyurulmuştu. FTK nın uzaya gönderileceği gün gelip çattığında rampanın etrafını milyonlarca kişi doldurmuştu. Herkes etrafa kurulan saatlere bakıyor ve kalkışa ne kadar kaldığını hesaplıyordu. Tüm birlik yetkilileri orada hazır bulunuyor ve kafalarında gelecek günlerin planları yapıyorlardı. Fırlatma için geri sayım başladığında çocuklardan yaşlılara kadar herkesi bir heyecan ve umut dalgası sardı. Herkes dijital ekranlardan geri sayımı izliyordu. 10, 9, 8, 7, 6... beş saniye sonra tüm sorunlar ortadan kalkacaktı. 5, 4,... Üç saniye sonra insanlığı yüzyıllarca geriye götüren bu çılgınlık sona erecekti. 3, 2... ve bir saniye sonra tüm eğlence ve huzur geri gelecekti. 1, 0. Ortaya kocaman bir ışık huzmesi çıkmıştı bu huzmenin ardından herkesin ne olduğunu bildiği mantar şeklindeki dumandan sonra gözleri kör eden ışık huzmesiyle yirmi kilometre kare alan içerisinde ne bir canlı ne de bir makine kalmıştı.

Birkaç gün önce kaçırılan tutuklu beş yaşındaki bir küçük çocuktan alınan bilgiyle patlatılan bu füzyon bombası sonrasında Elize yandaşları artık amaçlarına ulaşmıştı.

Sunday, March 23, 2008

yeni blog projem

bu aralar tekrar yazma aşkım depreşti fakat bu sefer daha kurgusal ve planlı bir şekilde ilerleme kararı verdim.

Yeni bir projeye atılıyorum . Projenin adı: Beries(Blog+series)

adından da anlaşılacağı gibi blog ile tv dizilerinin karışımı bir proje olacak ve üç sezondan 6 şardan toplam 18 yazı yazmayı planlıyorum. tüm yazılar belirli bir günde belirli bir saatte yayınlanacak ve sezon aralarında bir aylık bir nekahet dönemi geçireceğim.

İlk Beries projemin konusunu belirledim ve sezonlar arasındaki gelişim eğrisini kafamda oturtum. İlk sezon hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. olayların hepsi farklı arka planları olan insanların her akşam gelip oturduğu bir kahvede geçiyor.
bu kahvede kelimelere karşı insanların verdikleri tepkileri izliyoruz ve bu fanusa giren ilk kelime "gurme".

Evet. düşüncelerinizi bekliyorum.

Sunday, February 10, 2008

Toparlama

Genelde üretken yazim teknikleri ile bir şeyler yazmaya çalışıyorum fakat bugün blogumu farklı bir şey için kullanacağım.

Artık son sınıfın son dönemine gelmiş bir üniversite öğrencisiyim. 7 yıllık bir ilişkim ve planlarım var. Şu ana kadar hep Allah'ın yaptıklarımı gözeten tutumu üstümden çekilmedi fakat içimden bir his artık böyle olmayacağını söylüyor. Büyük değişimler geçirmem ve büyük adımlar atmam gerekiyor. Bu yüzden hayatımda sadece 6 yıl önce yaptığım bir şeyi tekrar yapmam gerekiyor: Toparlamam gerekiyor.

Herkes hergün her alanda her seferde gelip size öğütler vermeye başlıyorsa artık alarm zilleri çalıyor demektir hele bu, üniversitede son yılınızda sizi gelip bulduysa yakın zaman için de dibe vurmanız muhtemeldir. Fakat benim derdim başarısız olmak değil, Allah'a şükür çabuk toparlanıp çabuk yol çizen bir insanım. Beni rahatsız eden şey gidecek bir yolumun olmaması.

bundan 6 yıl önce ortalama notları olan sadece kitap okumaktan hoşlanan ve metro ile evi arasında büyük hayaller kurarak yürüyen bir insan iken durdum ve bir karar aldım: toparlamam lazım.

ondan sonra hayatı, hayatımı ve yaptıklarımı derledim ve kendime bir hedef seçtim: üniversiteyi kazanmak. sonra daha fazla toparlayınca kesin bir hedef çizdim: boğaziçi üniversitesi yönetim bilişim sistemleri ne gireceğim dedim. uğur dershanesinde en alttan başladığım sınıf hiyeraşisinde en üst sınıflara kadar durmadan çıktım fakat yine de ilk yıl kazanamamıştım. dediğim gibi çabuk toparlanan bir insanım çünkü bir kere toparlamış ve hedef belirlemiştim. ne kadar çalıştığımın detaylarına girmek istemiyorum ama her gün saat 12'den sabah 6 ya kadar çalıştım.

Bir sonraki sene yine bu tempo ile çalıştım ve bu sefer başardım. bundan sonrasını toparlamamıştım. bu yüzden üniverisiteye girditen sonra bu yıla kadar güç bela çarpa çarpa geldim fakat artık yeniden bir toparlama yapmam lazım.

bu sefer daha uzun bir zamana yayılan ve adımlarımı daha iyi anlatan ve beni boş bırakmayacak köşe taşlarını tanımladığım bir toparlanma, en önemlisi ruhsal bir toparlanma.

Sunday, September 16, 2007

Proleter İmperyamız

Bugün ben, egemen ve samet aramızdaki tarifi mümkün olmayan ilişki, arkadaşlık denen kavrama herhalde en yakın gününü yaşadı. dengeli bir mali bütçe ve yer yer jestlerle beraber egemen in ev sahipliği eşliğinde gece sahurda dini programlar izledik:)

İhtiyaç sahibi çocuklar için taa Kozyatağı'nda kırtasiye malzemesi toplayan ben, canım arkadaşım samet i görmek için gittiğim borsaya vardım. bir insanın maddi dünyevi işlerle yoğrulan ve pozitif enerji emici bu yerde oturması gayet dikkat çekiciyken bu egemen için asla sorun olmamıştır. evden içeri girdiğimde türk gelenek ve göreneklerine uygun bir karşılama bekleyen ben egemen in sözlü tacizine uğradım. sadece bununla kalmasını diliyordum fakat işkence yeni başlamıştı.

gelir gelmez 28 hafta sonra yı izledik.ben ve proleter yoldaşım samet iki kişilik bir oturgaçta omuz omuza filmi izlerken egemen salonun hakim noktasında deri koltuklu ithal 3(yazıyla üç) kişilik kanepede filmi izlemiştir. bizi ilk olarak bir korku filmi izlettirerek ayar vermeye çalışan egenin tüm çabaları samet le aramızdaki dayanışma nedeniyle tarihdeki yerini almıştır.

bundan sonra stranger than fiction filmi ni takarak bizde psikolojik bir tahribat yaratmaya çalıştı ege. ege acaba ne yapmaya çalışıyordu? ilk önce bir korku filmi sonra da bu drama. ege nin stratejisini anlamamız saniyeler aldı. ege bizde bir kafa karışıklığı yaratmaya çalışıyorsu ve bu karışıklığın altında bir şeytanca zeka bir ifritlik vardı. bu niyet bizde duygusal olarak tez-antitez-sentez süreci oluşturmaktı. şu anda bize antitezi veriyor ve kendince bizi kaçınılmaz olana alıştırmaya çalışıyordu. tüm filmler esnasında filmlerle ilgili sürekli soru sorarak ve yorumda bulunarak bizim dikkatimizi dağıtmaya çalışıyordu ve gece ilerliyordu.

tüm göstergeler bize karşıydı. saat ilerliyor ve saat ilerledikçe biz yoruluyorduk, acıkıyorduk, uykumuz geliyordu. bizi bu en zayıf anımızda yakalayan egemen yemeksepeti nden pizza sipariş etmişti. yazmakla buraya sığdıramayacağım kadar delikanlı bir o kadar da alçak gönüllü işçi kardeşim samet egemen in boş arkadaşlık vaatlerine kanarak tezgahlarda alın teriyle kazandığı 20 ytl yi pizza için ege ye teslim etti. bu son parasını egemen e boş umutlarla kaptırıken samet in yüzündeki o masum o temiz ifade beni hayat boyunca hep hüzünlendirecekti.
---teybi hızlandırıyorum-----

din kardeşlerimle beraber sahurda nereden geldiği belli olmayan hatta içinde ne olduğu belli olmayan iki adet büyük pizza yeme eylemine giriştik.sabah uyandığımızda üstümüzde bilinmedik bir etki vardı. egemen in tıraştan iki saat daha uyuma numaralarına kansak ta bize pizza baharatı diye kaktığı bilimum hint keneveri, haşhaş ve anason lu pizza bünyemizde büyük etkilere neden oldu. en fazla zararı proleter canım kardeşim samet görse de egemen in haklı haksız bizi maddi nedenlerden ötürü zehirlemesinden kurtulduk. hatta egenin bu biyolojik saldırısından müzaffer çıkan fatih-samet ittifak kuvvetleri egeyi cadde 1278. starbucks mevkiinde kahveye boğmuştur. zaferlerini havuçlu kekle taçlandıran samo-fatih ikilisi bu enerjiyle çevreyolundan okumayı yeni söken bir çocuk edası ve çoskusuyla evlerine gittiler.

---teyb bitti-----
diğer detaylar ilerleyen zamanda bu blogta.

Friday, September 14, 2007

yazılabilenemiyebiliniyor

Allah razı olsun ki serde biraz şizofronlik var da iki kelam ederken beynimin hazır olda olduğunu hissediyorum.

Bir de ne derlerse desinler bence dalgın, hayalperest ve unutkan bir insan olmanın bana çok fazla getirdikleri olduğuna inanıyorum. Aslında ilk olarak götürdüklerinden başlamak isterim. Kız arkadaşım, canım gülüm keten helvam bana tamir edile diye notebook unu teslim eylemişti. Gel gör ki aynı gün içerisinde eli klavye tutan bu şahıs kendi notebook unu bir yere götürecekken evde unutmuş aynı zamanda biricği Ayşe nin de notebook unu kapının önünde unutmuştur.

Akıl sahibi tüm dünya ehli gelmiş kapıma siyah celenk bırakmış a dostlar. Akil adamlar gelip suratıma tükürmüş ve bed dua döngüsüne girmişlerdir.
n=1
while n>0
adam.oku(bela)
loop

Ortaya cava, c , vicul beyzik karışık bir kod çıktı ama ben de anlatamadım adamlara. yahu akil adamsınız ama kod yazmayı bilmiyorsunuz dedim fakat Musa nın yedi belası beni bulduğunda ,ki en çok çekirgelerden rahatsız oldum. Anladım ki yukarıdaki compiler her şeyi derliyormuş. e dedim kuluna da az bir tutam akıl ya rab?

En son baktığımda isteğiniz dikkate alınmıştır diyordu. isyan edemiyorum.

---ciddilik periyodu başlasın-----

Bu dalgınlık konusu artık canıma tak etti. Profesyonel bir yardım alacağım. Fakat daha önce dediğim gibi bu halden sürekli kafamın içinde kaçabileceğim bir dünya olmasından memnunum. Bu dalgınlıklar gidince bir şeylerden feda edeceğime inanıyorum. Tatterevali nin diğer tarafında ne var bilmiyorum
----ciddilik periyodu bitti------

İsteklerim bitmiyor ama insanım en nihayetinde. Tüm varlıklar alemde beni ve sizi cennet ten çıkma götlekler olarak biliyor mu bilmiyor mu Allaaa seversen?

Cennet ehli bir yaratık olaraktan sonsuz isteklerimin olması bence gayet normal.Değil mi e dostlar?

end of line

Thursday, March 8, 2007

Bir Bakışta

Not: Bu metin, TK dersim için geçen sene hazırladığım bir metindi. Hiç düzeltmeden blog uma ekliyorum. İyi okumalar.

Bir bakışta;

1.
Üç adam,üç açı,üç dünya
Bir gerçek

2.
Bir:Her şey standart anasını satayım.Pidecilerin ve börekçilerin zeminlerindeki beyazlı mavili fayanslar,bakanlığın kitaplarındaki önsözler,Adana Kebabı’nın içindeki kıymanın gramajı,yağmur duası …Dua bile……

3.
İki: Şuraya bak. Bunların ataları Avrupa’da at otlatıp, kız kaçırırdı. Bu sünepelerinse para kazanalım diye yapmadıkları şey kalmadı.Yok sıcak para gelecekmiş,yok gelirimiz artacakmış.Arttı arttı!!!Liberal Pollyannalar .Bir otobüsün içinde 70 kişi tıkış tıkış gidiyoruz.Avrupalı olacağız ya otobüslere bile roman koydular.Bir de ekrandan yansıtıyorlar.Bari romanı değiştirin be…Eskiden 18E Enbelli derdik otobüse.Millet şimdi görünce “Savaş ve Barış geliyor” diyor.

4.
Üç: Elektron Hareketleri üzerine tez yazdım. Şey olana kadar… eee işte biliyorsunuz. Sinop’taki santral…

Kardeşim güven be kendine 32 yaşındasın hala karı kızın karşısında konuşamıyorsun.

Ulan, Yüksek Atom Mühendisiyim diyeceğime acaba parmak kartçıyım mı desem. Ardından da “Hiç acıtmadan parmağınızdaki kimlik yongasını bir kart yongası ile değiştiriyoruz böylece kimlik numaranızla aynı numaraya sahip bir alışveriş kartınız oluyor.” derim. Sonra hesabı serçe parmağımdaki Banka 1 kartıyla öderim böylece Fransız kültürüyle de ilgileniyorum, ben de Birlik vatandaşıyım şeklinde bir hava oluştururum.

5.
Bir: Aha şu adama bak, tam bir birlik emeklisi. Arkaya taranan saçlar, lacivert ceket, beyaz bir gömlek, hafif yukarı bakan bir kafa ile Savaş ve Barış okuyor. Gidip selam versem hemen Birlik Memuru El Kitapçığı’ndan Halkla İlişkiler sayfasındaki Güzel Selamlar Örnekleri adlı pasajı hatırlayacak. Çalıştığı ülkenin aksanını bizim dilimizle birleştirip ”Mevabalavv” ya da “Merrrhaaaba” diyecek, tabi benim kafamdan da o an bir kafa atıp pekmezini akıtmak geçecek.

6.
İki: Büyük Türkiye. Küçük Birlik. Sığmıyoruz biz bu giysinin içine. Hala zorla giydiriyorlar. Zorla giydirince de memleketin kıçı açıkta kalıyor. Her geçen de bir şaplak yakıştırıyor.

Biz çok adam harcadık. İnsana önem vermiyoruz ki. Şuna bak insan çöplüğü. Allah bilir kaç dahi var bu taşıtta. Şu liseli bir fizik dâhisi, şu kız bir mucit belki şu amca da müthiş bir piyanisttir. Zaten siyah ceketi, kolalı gömleği falan. Allah bilir kaç konser vermiştir. Avrupa’da ayakta alkışlanmıştır. Birlik Üstün Yetenek nişanı almış anti-dijital harekete katılmıştır.

Sonra o zibidi elektro-popçulardan sonra yavaş yavaş unutulmaya başlamıştır. Belki şu an şirket toplantılarında çalıyordur ya da ne bileyim bir restoranda belki de bir otelde.

Devlet yardımı almayı da kendine yediremiyordur. Yakında bunda hiper Parkinson çıkar, kanallarda eski halini yanında da şimdiki halini koyarlar. Elleri de pul pul olmuş. Demek egzama gibi bir şey de var bunda. Yazık, adamın ekmek teknesi de elinden gidiyor. Zaten elinde teknesi yani elleri. Amaann.

7.
Üç:Ben aslında grafikçi olmak istedim fakat toplumları bir yerden bir yerlere getiren yüce sermaye, tövbe hâşâ, beni aldı taa Sinop’a fırlattı. İlk nükleer adada etüt yaparken, sızıntı tespit ettim. Sonra da mal gibi ben birlik denetçisiyim diyen gazeteciye raporu elimle verdim. En güzeli ise böyle durumlardan sıvışmak için en az üç çeşit imzası olan devlet memurlarının aksine tüm gazetelerin ön sayfasında bulunan, adım ve soyadımdan oluşan bir kalyon şeklindeki imzam. Müdür imzamı ilk gördüğünde ”Ulan bunu suya atsak batmaz” demişti. Hayatımda duyduğum en güzel şeydi bu.

Ama şimdi elimde “Parmak Yongası Satış Rehberi” var. Kitabın kapağına kırmızı kalemle not aldım, çip değil yonga demem gerekiyor. Hele bir de Dil Denetçilerine yakalanırsam, artık patron yongaları münasip bir yerime takar ben de yemekleri kıçımla öderim.

Şu adam. Benden daha karizmatik.Donanma mavisi ceketi ve sırtındaki yaması. Jölesi bittiği için tam yatıramamış saçlarını. Ensesinde sanırım kırmızı bir çizgi var belki hapishane yongasıdır. Allah bilir ne için girdi içeri. Gençken barlarda millete esrar satmıştır. Off , kaç kız yalvarmıştır bu adama. “Ne olur sadece birkaç gram, ne olur”.Tabi ki alış veriş de her zaman para ile yapılmıyor.

Sonra bir gün, bir zengin oğlan krizden ölür. Babası da koşa koşa Gay Tv’ye gider. Oğlunun poster poster resimlerini gösterir. Ekranda o topoşlar da bir yandan ağlar bir yandan da kabinedeki o pembe fularlı hem cinslerini arar ve polislere bu davada ayrı bir (?) motivasyon pardon neydi bunun Türkçesi ,……, heh “isteklendirme” yüklerler.Bu ağabeyi de itina ile en dinlendirici koğuşa atmışlardır.Neydi oranın adı…..pembe yok……hah, Mor ,tabiî ki Mor. Mor’da buna güzel bir ayar çekmişlerdir.

Fakat bu adam acaba ne yapmak istiyordu, nelerin hayalini kuruyor şu an. Belki o da benim gibi bir dijital artist olmak istiyordu. Acaba kitabı okurken çoğunluk gibi kısaca Savaş mı diyor yoksa Barış mı? Bu adamın kafasından geçenleri, tüm hayatını, yargı değerlerini, sevgililerini, her şeyini bilmek istiyorum.

Belki onun hepimizin aksine gerçekleştirdiği bir düşü vardır. Herkesin aksine, herkese karşı, herkesten ayrı. Kendi dünyasında.

Saturday, March 3, 2007

100 Milyarlık Karakter-Kurbağa Prens

16 yaşında yapışkan yapımı sırasında “Gezmeye meyilliyim abi“ diyen Erkan “Tamam” cevabını alır almaz Mecidiyeköy mevkiinde ilan yapıştırmaya başladı. Gerektiği zamanda duvar yazıları yazan Erkan kendi puanlama sistemine göre bir fiyatlandırma yapıyordu.

Kömünistler, Pkk yanlıları, Nuri Alçoculara ve tesisatçılara ayrı ayrı fiyat veren Erkan la ilgili size bir sır vermek istiyorum.

Erkan, Sanayi Mahalle’sinde 60 metrekarelik kendi deyimiyle iki de oturuyor. Çünkü bir artı bir evinin kendisine getirdiği artılar, akademik literatürde “bozukluk” veya “sapma” gibi kelimeler içeren tamlamalardan ibaret.Tamam uzatmıyorum kendisi biraz hasta.

Sevgili Erkan, umarım bu satırları okuyorsundur, çünkü seni gözlemledikten sonra sana ilaç olacak uygulamayı buldum.Umarım pahalıya patlamaz.

Lafı çok dolaştırmayacağım. Erkan işte. "Kahrolsun Emperyalizm" badanası yaparken Marks’ın kitaplarını ceplerini sokuşturur,sakal bırakır, kalın örme kazak giyer, Maltepe ve Samsun gibi yerli sigaralar alıp evden ayrılır. Rivayetlere göre evden çıkmadan önce kendine kurduğu sığınma hayat senaryolarına göre bazen cebinde gazete küpürleri olurmuş.”Hükümet Amerika’nın kucağında” veya “Telekom Özal LEŞtirildi”. Bir kere kendisine Taksim ‘de rastladım hani şu bağıra bağıra gazete satan gençler var ya, onların resmini çekiyor bizimki. Tahminime göre güzel olan kızlardan birinin resimini tab ettirip Emperyal düzene karşı giriştiği onurlu mücadeleye(?) biraz aşk öğesi katarak zenginleştirmeye çalışıyor. Çok hınzır çook.

Evinde poşusu var, şalvarı var. Üst katında oturan komşuları bağıra cağıra konuşurken aldığı notlardan birkaç Kürtçe kelime kapmış. Bir de unutmamak gerekir ki kendisi çok araştırmacıdır. Örgütün kamplarının isimlerini ezberlemiş, yakalanan militanların kod isimlerini bir yerde saklamış ve kendisine Rinek yani fırça kod adını beğenmişti. Yakalanırsa metin olacaktı, Diyarbakır barosundan avukat talebinde bulunacak, her türlü kötü muamele ve işkenceye direnip davasını sonuna kadar savunacaktı. Tüm bu eylemlerinden sonra Kürdistan’a dönüp “Boyalı Gerilla” isimli bir kitap çıkartmayı sonra da Amerika’da panellere katılıp “Özgürlük Savaşı” nı nasıl kazandıklarını anlatmayı hayal ediyordu. Şansı yaver giderse bu yakışıklılık ve bariton ses ile bir çok kızın kalbine işleyebilir ve Che kadar popüler bir figür olabilridi. Fırçasıyla ülkeler kuran ,ülkeler bölen adam. Yürü be Erkan

Dostum Erkan, Sabancı Müzesi için billboardlara astığın afişleri gördüm, eline sağlık. Hepsi üç metreye bir metrelik o dolar cinsinden ölçülen alanlara cuk diye simetrik bir şekilde oturmuş. Yalnız seni ilk gördüğümde bayağı güldüm doğrusu. Kadife ceketin ve Converse marka ayakkabıların müthişti ama çorabanın içine sokmayı beceremediğin o Eminönü Adidas eşofmanın olmasaydı kostümün müthiş olurdu. Sanki afişci kabuğuna sıkıştırılmış bir sanat tarihcisi bilemedin lisede kızlar tarafından sevilmemiş o melanolik şairler gibiydin. Hava o kadar soğuk olmasa yanaklarındaki kırmızı şaraptan derdim ama sen neden olduğunu biliyorsun. O ince sesinle beni o kadar kibar bir şekilde selemladın ki kendimi rahatsız hissettim.Herşeye rağmen bu afişler yüzünden girdiğin diyette 2 haftada verdiğin 5 kilo için sana helal olsun.

Lise matematik defterinden kalan sayfalarla oluşturduğun defter var ya. Senin tuvalette olduğun anlarda ona bakıp bu bilgileri topladım.Keşke o defteri ders sırasında daha çok doldursaydın şu an çok farklı bir konumda olabilirdin. Fakat “şu an” mutlu musun bunu bile bilmiyorum. Belki hatta muhtemelen benden daha mutlusundur. Seni şu ünlü Çakal isimli kiralık katile benzetiyorum. Hazırlıksız kitlelerin katili. En boş anında fırçana iliştirdiğin mesajları kitlelerin beynine sokan, dimaklarını patlatan ve olay yerinden hızla ayrılan insan. Geçmişden gelen bir değer ve kişilik yok yada bu kişiliği sürdürme zorunluluğu. Çok profosyonelsin, parayı kim verirse onun için çalışıyorsun. Komünist olmanın bedeli 300 milyon, PKK militanı 500 milyon sanırım bu iş daha riskli, sanat eleştirmeni olmak 200 milyon, İngilizce eğitmeni 50 milyon bayağı kelepirmiş, Televizyon sunucusu 250 milyon ah o parlak elbiseler yok mu... Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.

Listedeki tüm bu rakamları topladım.Yanlış hesaplamadıysam bu işten bu yıla kadar 100 Milyar’a yakın para kazanmışsın. Sana sadece şunu sormak istiyorum. Bu 100 milyarı sana bir seferde versem ve sana istediğini yapabilirsin, istediğin afişi istediğin billboard a, istediğin yazıyı istediğin duvara yazabilirsin desem ne yazardın?

Geçen bu altı yılda boyadığın duvarlar gibi oldun. Sadece dışı önemli bir cisim bir ambalaj belki. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Belki bir eski dostun olarak sana bu altı yıllık metamorfozunda eşlik edemedim ve bunu kabullenemedim.16 yaşındaki Erkan’ı hatırlıyor musun ? Hani şu faşist denecek kadar milliyetçi, kahve muhabbetlerini en has klasiğe veya bilemedin en pahalı tablolara değişmeyen ve polis babasının copladığı her komunistte sevinen Erkan’ı hatırlıyor musun? Sana ne desem bilemiyorum ama bana daha çok yumurta ile iribaş arasında gidip gelen bir kurbağayı anımsatıyorsun. Hiç bir zaman ergin bir kurbağa olamayan bir ucube.

Bir dostun olarak senden sadece bir şey rica ediyorum, lütfen bir şey ol ne olursan ol umurumda değil bir militan,komünist,şeriatçı .. sadece bir şey ol lan! Bukalemun gibi yaşayacağına en adi böcek ol ve mümkünse bunu erken yap Erkan. Ölüm adlı o ifrit kraliçe seni öpmeden değiş ki hayat adlı o güzel prenses seni koynuna alsın.