Thursday, March 8, 2007

Bir Bakışta

Not: Bu metin, TK dersim için geçen sene hazırladığım bir metindi. Hiç düzeltmeden blog uma ekliyorum. İyi okumalar.

Bir bakışta;

1.
Üç adam,üç açı,üç dünya
Bir gerçek

2.
Bir:Her şey standart anasını satayım.Pidecilerin ve börekçilerin zeminlerindeki beyazlı mavili fayanslar,bakanlığın kitaplarındaki önsözler,Adana Kebabı’nın içindeki kıymanın gramajı,yağmur duası …Dua bile……

3.
İki: Şuraya bak. Bunların ataları Avrupa’da at otlatıp, kız kaçırırdı. Bu sünepelerinse para kazanalım diye yapmadıkları şey kalmadı.Yok sıcak para gelecekmiş,yok gelirimiz artacakmış.Arttı arttı!!!Liberal Pollyannalar .Bir otobüsün içinde 70 kişi tıkış tıkış gidiyoruz.Avrupalı olacağız ya otobüslere bile roman koydular.Bir de ekrandan yansıtıyorlar.Bari romanı değiştirin be…Eskiden 18E Enbelli derdik otobüse.Millet şimdi görünce “Savaş ve Barış geliyor” diyor.

4.
Üç: Elektron Hareketleri üzerine tez yazdım. Şey olana kadar… eee işte biliyorsunuz. Sinop’taki santral…

Kardeşim güven be kendine 32 yaşındasın hala karı kızın karşısında konuşamıyorsun.

Ulan, Yüksek Atom Mühendisiyim diyeceğime acaba parmak kartçıyım mı desem. Ardından da “Hiç acıtmadan parmağınızdaki kimlik yongasını bir kart yongası ile değiştiriyoruz böylece kimlik numaranızla aynı numaraya sahip bir alışveriş kartınız oluyor.” derim. Sonra hesabı serçe parmağımdaki Banka 1 kartıyla öderim böylece Fransız kültürüyle de ilgileniyorum, ben de Birlik vatandaşıyım şeklinde bir hava oluştururum.

5.
Bir: Aha şu adama bak, tam bir birlik emeklisi. Arkaya taranan saçlar, lacivert ceket, beyaz bir gömlek, hafif yukarı bakan bir kafa ile Savaş ve Barış okuyor. Gidip selam versem hemen Birlik Memuru El Kitapçığı’ndan Halkla İlişkiler sayfasındaki Güzel Selamlar Örnekleri adlı pasajı hatırlayacak. Çalıştığı ülkenin aksanını bizim dilimizle birleştirip ”Mevabalavv” ya da “Merrrhaaaba” diyecek, tabi benim kafamdan da o an bir kafa atıp pekmezini akıtmak geçecek.

6.
İki: Büyük Türkiye. Küçük Birlik. Sığmıyoruz biz bu giysinin içine. Hala zorla giydiriyorlar. Zorla giydirince de memleketin kıçı açıkta kalıyor. Her geçen de bir şaplak yakıştırıyor.

Biz çok adam harcadık. İnsana önem vermiyoruz ki. Şuna bak insan çöplüğü. Allah bilir kaç dahi var bu taşıtta. Şu liseli bir fizik dâhisi, şu kız bir mucit belki şu amca da müthiş bir piyanisttir. Zaten siyah ceketi, kolalı gömleği falan. Allah bilir kaç konser vermiştir. Avrupa’da ayakta alkışlanmıştır. Birlik Üstün Yetenek nişanı almış anti-dijital harekete katılmıştır.

Sonra o zibidi elektro-popçulardan sonra yavaş yavaş unutulmaya başlamıştır. Belki şu an şirket toplantılarında çalıyordur ya da ne bileyim bir restoranda belki de bir otelde.

Devlet yardımı almayı da kendine yediremiyordur. Yakında bunda hiper Parkinson çıkar, kanallarda eski halini yanında da şimdiki halini koyarlar. Elleri de pul pul olmuş. Demek egzama gibi bir şey de var bunda. Yazık, adamın ekmek teknesi de elinden gidiyor. Zaten elinde teknesi yani elleri. Amaann.

7.
Üç:Ben aslında grafikçi olmak istedim fakat toplumları bir yerden bir yerlere getiren yüce sermaye, tövbe hâşâ, beni aldı taa Sinop’a fırlattı. İlk nükleer adada etüt yaparken, sızıntı tespit ettim. Sonra da mal gibi ben birlik denetçisiyim diyen gazeteciye raporu elimle verdim. En güzeli ise böyle durumlardan sıvışmak için en az üç çeşit imzası olan devlet memurlarının aksine tüm gazetelerin ön sayfasında bulunan, adım ve soyadımdan oluşan bir kalyon şeklindeki imzam. Müdür imzamı ilk gördüğünde ”Ulan bunu suya atsak batmaz” demişti. Hayatımda duyduğum en güzel şeydi bu.

Ama şimdi elimde “Parmak Yongası Satış Rehberi” var. Kitabın kapağına kırmızı kalemle not aldım, çip değil yonga demem gerekiyor. Hele bir de Dil Denetçilerine yakalanırsam, artık patron yongaları münasip bir yerime takar ben de yemekleri kıçımla öderim.

Şu adam. Benden daha karizmatik.Donanma mavisi ceketi ve sırtındaki yaması. Jölesi bittiği için tam yatıramamış saçlarını. Ensesinde sanırım kırmızı bir çizgi var belki hapishane yongasıdır. Allah bilir ne için girdi içeri. Gençken barlarda millete esrar satmıştır. Off , kaç kız yalvarmıştır bu adama. “Ne olur sadece birkaç gram, ne olur”.Tabi ki alış veriş de her zaman para ile yapılmıyor.

Sonra bir gün, bir zengin oğlan krizden ölür. Babası da koşa koşa Gay Tv’ye gider. Oğlunun poster poster resimlerini gösterir. Ekranda o topoşlar da bir yandan ağlar bir yandan da kabinedeki o pembe fularlı hem cinslerini arar ve polislere bu davada ayrı bir (?) motivasyon pardon neydi bunun Türkçesi ,……, heh “isteklendirme” yüklerler.Bu ağabeyi de itina ile en dinlendirici koğuşa atmışlardır.Neydi oranın adı…..pembe yok……hah, Mor ,tabiî ki Mor. Mor’da buna güzel bir ayar çekmişlerdir.

Fakat bu adam acaba ne yapmak istiyordu, nelerin hayalini kuruyor şu an. Belki o da benim gibi bir dijital artist olmak istiyordu. Acaba kitabı okurken çoğunluk gibi kısaca Savaş mı diyor yoksa Barış mı? Bu adamın kafasından geçenleri, tüm hayatını, yargı değerlerini, sevgililerini, her şeyini bilmek istiyorum.

Belki onun hepimizin aksine gerçekleştirdiği bir düşü vardır. Herkesin aksine, herkese karşı, herkesten ayrı. Kendi dünyasında.

Saturday, March 3, 2007

100 Milyarlık Karakter-Kurbağa Prens

16 yaşında yapışkan yapımı sırasında “Gezmeye meyilliyim abi“ diyen Erkan “Tamam” cevabını alır almaz Mecidiyeköy mevkiinde ilan yapıştırmaya başladı. Gerektiği zamanda duvar yazıları yazan Erkan kendi puanlama sistemine göre bir fiyatlandırma yapıyordu.

Kömünistler, Pkk yanlıları, Nuri Alçoculara ve tesisatçılara ayrı ayrı fiyat veren Erkan la ilgili size bir sır vermek istiyorum.

Erkan, Sanayi Mahalle’sinde 60 metrekarelik kendi deyimiyle iki de oturuyor. Çünkü bir artı bir evinin kendisine getirdiği artılar, akademik literatürde “bozukluk” veya “sapma” gibi kelimeler içeren tamlamalardan ibaret.Tamam uzatmıyorum kendisi biraz hasta.

Sevgili Erkan, umarım bu satırları okuyorsundur, çünkü seni gözlemledikten sonra sana ilaç olacak uygulamayı buldum.Umarım pahalıya patlamaz.

Lafı çok dolaştırmayacağım. Erkan işte. "Kahrolsun Emperyalizm" badanası yaparken Marks’ın kitaplarını ceplerini sokuşturur,sakal bırakır, kalın örme kazak giyer, Maltepe ve Samsun gibi yerli sigaralar alıp evden ayrılır. Rivayetlere göre evden çıkmadan önce kendine kurduğu sığınma hayat senaryolarına göre bazen cebinde gazete küpürleri olurmuş.”Hükümet Amerika’nın kucağında” veya “Telekom Özal LEŞtirildi”. Bir kere kendisine Taksim ‘de rastladım hani şu bağıra bağıra gazete satan gençler var ya, onların resmini çekiyor bizimki. Tahminime göre güzel olan kızlardan birinin resimini tab ettirip Emperyal düzene karşı giriştiği onurlu mücadeleye(?) biraz aşk öğesi katarak zenginleştirmeye çalışıyor. Çok hınzır çook.

Evinde poşusu var, şalvarı var. Üst katında oturan komşuları bağıra cağıra konuşurken aldığı notlardan birkaç Kürtçe kelime kapmış. Bir de unutmamak gerekir ki kendisi çok araştırmacıdır. Örgütün kamplarının isimlerini ezberlemiş, yakalanan militanların kod isimlerini bir yerde saklamış ve kendisine Rinek yani fırça kod adını beğenmişti. Yakalanırsa metin olacaktı, Diyarbakır barosundan avukat talebinde bulunacak, her türlü kötü muamele ve işkenceye direnip davasını sonuna kadar savunacaktı. Tüm bu eylemlerinden sonra Kürdistan’a dönüp “Boyalı Gerilla” isimli bir kitap çıkartmayı sonra da Amerika’da panellere katılıp “Özgürlük Savaşı” nı nasıl kazandıklarını anlatmayı hayal ediyordu. Şansı yaver giderse bu yakışıklılık ve bariton ses ile bir çok kızın kalbine işleyebilir ve Che kadar popüler bir figür olabilridi. Fırçasıyla ülkeler kuran ,ülkeler bölen adam. Yürü be Erkan

Dostum Erkan, Sabancı Müzesi için billboardlara astığın afişleri gördüm, eline sağlık. Hepsi üç metreye bir metrelik o dolar cinsinden ölçülen alanlara cuk diye simetrik bir şekilde oturmuş. Yalnız seni ilk gördüğümde bayağı güldüm doğrusu. Kadife ceketin ve Converse marka ayakkabıların müthişti ama çorabanın içine sokmayı beceremediğin o Eminönü Adidas eşofmanın olmasaydı kostümün müthiş olurdu. Sanki afişci kabuğuna sıkıştırılmış bir sanat tarihcisi bilemedin lisede kızlar tarafından sevilmemiş o melanolik şairler gibiydin. Hava o kadar soğuk olmasa yanaklarındaki kırmızı şaraptan derdim ama sen neden olduğunu biliyorsun. O ince sesinle beni o kadar kibar bir şekilde selemladın ki kendimi rahatsız hissettim.Herşeye rağmen bu afişler yüzünden girdiğin diyette 2 haftada verdiğin 5 kilo için sana helal olsun.

Lise matematik defterinden kalan sayfalarla oluşturduğun defter var ya. Senin tuvalette olduğun anlarda ona bakıp bu bilgileri topladım.Keşke o defteri ders sırasında daha çok doldursaydın şu an çok farklı bir konumda olabilirdin. Fakat “şu an” mutlu musun bunu bile bilmiyorum. Belki hatta muhtemelen benden daha mutlusundur. Seni şu ünlü Çakal isimli kiralık katile benzetiyorum. Hazırlıksız kitlelerin katili. En boş anında fırçana iliştirdiğin mesajları kitlelerin beynine sokan, dimaklarını patlatan ve olay yerinden hızla ayrılan insan. Geçmişden gelen bir değer ve kişilik yok yada bu kişiliği sürdürme zorunluluğu. Çok profosyonelsin, parayı kim verirse onun için çalışıyorsun. Komünist olmanın bedeli 300 milyon, PKK militanı 500 milyon sanırım bu iş daha riskli, sanat eleştirmeni olmak 200 milyon, İngilizce eğitmeni 50 milyon bayağı kelepirmiş, Televizyon sunucusu 250 milyon ah o parlak elbiseler yok mu... Liste bu şekilde uzayıp gidiyor.

Listedeki tüm bu rakamları topladım.Yanlış hesaplamadıysam bu işten bu yıla kadar 100 Milyar’a yakın para kazanmışsın. Sana sadece şunu sormak istiyorum. Bu 100 milyarı sana bir seferde versem ve sana istediğini yapabilirsin, istediğin afişi istediğin billboard a, istediğin yazıyı istediğin duvara yazabilirsin desem ne yazardın?

Geçen bu altı yılda boyadığın duvarlar gibi oldun. Sadece dışı önemli bir cisim bir ambalaj belki. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Belki bir eski dostun olarak sana bu altı yıllık metamorfozunda eşlik edemedim ve bunu kabullenemedim.16 yaşındaki Erkan’ı hatırlıyor musun ? Hani şu faşist denecek kadar milliyetçi, kahve muhabbetlerini en has klasiğe veya bilemedin en pahalı tablolara değişmeyen ve polis babasının copladığı her komunistte sevinen Erkan’ı hatırlıyor musun? Sana ne desem bilemiyorum ama bana daha çok yumurta ile iribaş arasında gidip gelen bir kurbağayı anımsatıyorsun. Hiç bir zaman ergin bir kurbağa olamayan bir ucube.

Bir dostun olarak senden sadece bir şey rica ediyorum, lütfen bir şey ol ne olursan ol umurumda değil bir militan,komünist,şeriatçı .. sadece bir şey ol lan! Bukalemun gibi yaşayacağına en adi böcek ol ve mümkünse bunu erken yap Erkan. Ölüm adlı o ifrit kraliçe seni öpmeden değiş ki hayat adlı o güzel prenses seni koynuna alsın.